Bir zamanlar, perdelerin arasından süzülen ılık öğleden sonra güneşinin altında, kendimi kanepeye uzanmış, sevgilimin çıplak fotoğraflarını çekerken buldum. Salonda koltuğa uzanmış sevgilime çıplak fotoğraflar çekiyordum. Atmosfer samimiyet ve kırılganlık duygusuyla doluydu, aşkımız yakalanan her anda çiçek açıyordu.
Şefkatli fotoğraf seansımızın ortasında, odanın enerjisindeki ince bir değişim dikkatimi çekti. Gölgelerde bir varlık, sessiz bir gözlemci hissettim. Başımı çevirdiğimde babamın gizlice bizi izlediğini gördüm. Çoğu kişi rahatsızlık ya da utanç hissederken, onun gizli bakışlarının bir heyecan kaynağı olduğunu fark ettiğimde içimde muzip bir heyecan dolaştı.
Bu ifşayı görmezden gelerek fotoğraf arayışıma devam ettim, babamın röntgenciliğinin farkındalığı senaryoya heyecan verici bir boyut katıyordu. Onun dile getirilmeyen uyarılmışlığı içimde yeni keşfedilen bir güç duygusunu körükledi, odanın sessiz köşelerinde gizli bir arzu dansı oynanıyordu.
Fotoğraf çekimi sona erdiğinde, babam duygularının çekimine daha fazla karşı koyamadı. Gözlerindeki yoğunlukla bana yaklaştı, kelimeler dudaklarından ipek gibi döküldü. “Benim annemden daha güzel olduğunu söylemeye başladım,” diye mırıldandı, anın cazibesine kapılmıştı.
O anda daha derin bir kavrayışa kapıldım. Farkında olmadan babamın içindeki ilkel bir dürtüyü harekete geçirmiş, onu tüketecek gibi görünen bir arzu ateşini tutuşturmuştum. Güzelliğimi itiraf etmesi bir vahiy gibiydi, söylenmemiş ama derinden hissedilen bir gerçek.
Bu gergin karşılaşmanın ardından, hava söylenmemiş arzular ve gizli gerçeklerle çatırdadı. Sınırların bulanıklaştığı, aşk ve tabu arasındaki çizginin kışkırtıcı bir şekilde inceldiği bir andı.
Ve bu gerçeküstü deneyim üzerine düşünürken, insan arzusunun karmaşıklığı, normalliğin dış görünüşünün altında yatan evcilleşmemiş dürtüler hakkında merak etmekten kendimi alamadım. Bu, ruhumda silinmez bir iz bırakan bir andı, hafızamın gölgelerinde sonsuza dek kalacak olan karışık bir duygu ağıydı.